Erdal Güzel

Erdal Güzel

GÜZELCE

CUMHURİYET İNSANA SAYGIDIR

31 Ekim 2022 - 12:37

 “Dört nala gelip uzak Asya’dan” Viyana kapılarına kadar gitmiş, sonunda 600 yıl adil ve disiplinli bir yönetim anlayışı ile hâkim olduğumuz topraklardan çekilmek zorunda kalmıştık.
Göçler yola dizilmiş, Kafkasya’dan, Balkanlar’dan milyonlarca insan, canlarını, ırzlarını korumak için tıpkı bugün ülkeleri parçalanmış olan Irak ve Suriye vatandaşları gibi  Anadolu’ya sığınmıştı.
Asrın gerçekleriyle yüzleşemeyen, gelişen dünyaya ayak uyduramayan, ehliyet ve liyakatin rafa kaldırıldığı, bilim ve teknolojinin uğramadığı bir imparatorluğun sonu kaçınılmazdı ve böyle de olmuştu.
 8 Temmuz 1914’te kürsüde konuşan Maliye Bakanı Cavit Bey  ithal edilen ürünler arasında kibrit için  200 bin lira, şeker için 2milyon 800 bin lira, sigara kağıdı için 118 000 lira ödeneceğini söylerken aslında Cihan İmparatorluğu’nun kibrit dahi üretemediğini haykırıyordu.
Avrupa, Sanayi Devrimi’ni yaşarken Osmanlı, alaylı mektepli çekişmeleri ile kan kaybediyordu.
Kol gücünün yerini makine gücü almıştı.
Osmanlı sınırları içerisinde 187 motorlu araç varken, Almanya’da  23 000 kamyon bulunuyordu.
Bu tablo,  geliyorum diyen tehlikenin habercisiydi.
Salgın hastalıklılarla baş edemeyen Osmanlı Devleti’nde 70 000 kişiye bir doktor düşerken,  Avrupa ülkelerinde 3500 kişiye bir doktorun düşmesi,  Osmanlı için kullanılan  “Hasta Adam” tabirini teyit ediyordu.
337 doktor, 434 sağlık memuru,136 ebe ile verilen sağlık hizmetleriyle salgın hastalıkların önüne geçmek mümkün değildi .
Doğan her 100 çocuktan kırk tanesi ancak yaşayabiliyordu.
 İşte bu günlerde Erzurum’da görev yapan Dr.Şerif Soylu  “ömrü vasati” denilen ortalama ömrün 28 yıl olduğunu payitahta yazıyordu.
Ülkede eczane yok denilecek kadar azdı, var olan eczane hizmetleri de yabancıların elindeydi.
 Halkın %80’i kırsalda yaşıyordu. Köyler Şevket Süreyya Aydemir’in ifadesiyle  “Taş Devri” görüntülerini andırıyordu.
Elektrik bazı şehirlerde belli zamanlarda vardı.
Özellikle azınlıkların yoğun yaşadığı yerlerde açılan yabancı okullar(misyoner okulları),  güç kaybına uğramış Osmanlı Devleti’nden ruhsat almaya bile ihtiyaç duymuyorlardı.
 % 10 olan okuma yazma oranı içinde azınlıkların payının yüksek olması da eğitim cephesinin düştüğünün göstergesiydi.
Amerika ve Avrupa  ülkeleri  Demirağlarla örülürken Anadolu’da döşenen 4136 Km demiryolunun 2404 Km’ lik bölümünü yabancı şirketler işletiyordu ,bu da  sonu hazırlayan faktörlerdendi.
İngilizler, Musul’u işgal ettikleri zaman meclis kürsüsünden konuşan Başbakan Rauf Bey,” İngilizlerin savaş tayyarelerine karşı bizim değil tayyaremiz, benzinimiz dahi yok” diyerek ülkenin içinde bulunduğu vahim durumu anlatıyordu.
Mehmetçikler’in  cepheden cepheye  koşmalarına, Çanakkale’ de ve Kutul amare’ de destan yazmalarına rağmen ,  Cihan İmparatorluğu’ndan geriye 350 000 KM2 toprak kalmıştı.
 Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı Franchet d’ Esperey beyaz at üzerinde İstanbul’a girerken ,  1453 yılında İstanbul’u beyaz at üstünde alan  Fatih Sultan Mehmet’e  göndermede bulunuyordu.
Son kaleyi de düşürmek için Polatlı önlerine kadar gelmişlerdi ama, geldikleri gibi gittiler.
Gelirken yakıp yıktıkları gibi giderken de 830 köyü ve 114.408 binayı küle çevirdiler.
Artık geçmişten ders alınması, gelecek için planların yapılması  ve yaraların sarılması gerekliydi.
Zaten,23 Temmuz Erzurum Kongresi’nde, Misak-ı Milli sınırlarından bahsedilmiş, manda ve himaye kabul edilemez denilmiş ,millî iradenin hakim kılınacağı duyurulmuştu.
  Gazi Mustafa Kemâl  Atatürk’ün önderlik ettiği  yürekli bir avuç insan “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez”  inancıyla yola çıktıklarında “Düşmanı ülkeden kovar, yeni bir devlet kurarsak, onun yönetim biçimi cumhuriyet olacaktır” sözünü vermişlerdi. 
Öyle de oldu.
İlelebet payidar olacak Türkiye Cumhuriyeti kanla ,irfanla kuruldu.  
Egemenlik, kayıtsız şartsız millete verildi.
Kul toplumu, millet olmanın gururuna kavuştu.
Az zamanda çok işler yapıldı .Demokratik- lâik sosyal hukuk devleti,  mazlum milletlerin esin kaynağı, Müslüman dünyanın önderi ve güvencesi oldu.
Köyden çıkan her gence cumhurbaşkanı ve başbakan olma fırsatı verildi.
Kadınlar, sosyal hayatın her alanına girdiler. 
“Geçmişi unutanlar gelecekte de aynı şeyleri tekrar yaşamak zorunda  kalırlar” gerçeği doğrultusunda bir değerlendirme yapıldığında Cumhuriyet ve onun kazanımlarının insana olan saygının ifadesi olduğu anlaşılacaktır.
Bu saygının bilincinde olmak, Cumhuriyet’i ve onun değerlerini sahiplenmek ve yaşatmakla mümkün olabilir.
Dün olduğu gibi bu gün de Türkiye Cumhuriyeti tehdit altındadır.
Bu tehdit, emperyalist ülkeler ve onun yerli işbirlikçileri tarafından 99 yıldır çeşitli planlar doğrultusunda sahnelenmektedir.
Tüm bunlara rağmen Türk Dünyası’nın ağabeyi, İslâm dünyasının yüz akı, mazlum milletlerin umudu olan Türkiye Cumhuriyeti muasır medeniyet yolunda değerlerine sahip çıkarak yolunda emin adımlarla yürüyecektir.
Cumhuriyetimizin 99 yılında bu aydınlık yolu bize açan iradenin aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ruhları şad olsun diyorum.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum